Hüzün
Bir çocuğun ıslığındadır hüzün, bir annenin gözyaşında. İki sevgilinin terli bedenlerinden süzülüp, sıkıca tutuşan ellerinden yayılır dünyaya. Kocaman gözlerde parıldayan bir yıldız gibi apansız girer hayatımıza ve bir gece gibi sarmalar her yanımızı.
Bir sokak lambası altında, tireyen bedenlerine aldırmaksızın sıkıca sarılarak, umarsızca öpüşürken son gece yarısında, elinden kayıp düşen sigara izmaritinin farkına dahi varamadan gitmeye mahkum olmaktır aslında ve dudaklarında nemli bir ruj tadıyla karışık bir ayrılık şarkısıdır ki o yüzden acıtır içini ışığı sönmüş her sokak lambası.
Birazda yanlızlıktır hüzün, yalnızlığımdır. Gecenin sessizliğinden, sabahın gürültüsüne demir atmaktır. Karışmaktır korkularla yaşamaya alışmış ve korkularının farkına dahi varamayan kalabalıklara, en çocuksu acemilikle.
Eğer ki sızlıyorsa genzin sızılı bir türküde, hele bir de yanıyorsa sigaran, dumanını bir sevgili gibi çekiyorsan ciğerlerine ve çınlıyorsa kulaklarında yaralı bir aşktan kalan son elveda, işte hüzündür bu zamanlar.
Ben en çok yağmurlu havalarda hüzünlenirim. Biraz daha fazla acıtır içimi yağmurlu havalar. Islaklığında kaybolmak isterim yağmurun. Alıp götürsün isterim beni, kimsenin bilmediği gece yarılarına. Sadece o gecelerde, doyasıya yaşarım hüznümü.
Ve birde parasızlığıma içerlenirim, yağmurun altında ıslanınca son den sigaram.
Aslında sebepsizdir hüzün, bir sebep aramaz insan hüzünlenmek için. Davetsizce çalar kapımızı, müsaade almadan kurulur hayatımızın sol köşesine.
Bazen bir şiir bahane edilir, bazen ağlayan bir çocuğun göz bebekleri. Bir deprem sonrası, yıkıntıların arasından cansız bedenleri çıkarılan çocuklarına sarılarak kürtçe ağıtlar yakan annenin, çocuklarını her zaman kanatlarının altında saklayan, bir babanın çaresizliği kaplarken tüm benliğini, biraz da kendi çaresizliğindir hüznüne yaftaladığın bahane.
Duvarda unutulan, tozlanmış, yorumuş ve içine ağırlık çökmüş bir tablo gibi sessizce kaderine razı olarak boynunu bükmüştür hüzün. Karşısında durup uzun uzun seyreden insanları özler olmuş. Belki bir dağın gururunu, belki bir denizin serinliğini üzerinde taşır gibi, sokuktan titreyen ellerini ovuşturarak bitirir içkisinin son yudumlarını.
Kendi yansımasıdır hüzün insanın, aynada gördükleri, karşı kıyıya çarpıp gelen sesinin yankısı gibi, hayatının bir yansımasıdır, karşı duvardan gelen. Geçmişin özlemi, geleceğin umutsuzluğudur hüzün. Ve yine sigaranın son nefesini bir sevgili gibi çekmektir ciğerlerine…
Bir sokak lambası altında, tireyen bedenlerine aldırmaksızın sıkıca sarılarak, umarsızca öpüşürken son gece yarısında, elinden kayıp düşen sigara izmaritinin farkına dahi varamadan gitmeye mahkum olmaktır aslında ve dudaklarında nemli bir ruj tadıyla karışık bir ayrılık şarkısıdır ki o yüzden acıtır içini ışığı sönmüş her sokak lambası.
Birazda yanlızlıktır hüzün, yalnızlığımdır. Gecenin sessizliğinden, sabahın gürültüsüne demir atmaktır. Karışmaktır korkularla yaşamaya alışmış ve korkularının farkına dahi varamayan kalabalıklara, en çocuksu acemilikle.
Eğer ki sızlıyorsa genzin sızılı bir türküde, hele bir de yanıyorsa sigaran, dumanını bir sevgili gibi çekiyorsan ciğerlerine ve çınlıyorsa kulaklarında yaralı bir aşktan kalan son elveda, işte hüzündür bu zamanlar.
Ben en çok yağmurlu havalarda hüzünlenirim. Biraz daha fazla acıtır içimi yağmurlu havalar. Islaklığında kaybolmak isterim yağmurun. Alıp götürsün isterim beni, kimsenin bilmediği gece yarılarına. Sadece o gecelerde, doyasıya yaşarım hüznümü.
Ve birde parasızlığıma içerlenirim, yağmurun altında ıslanınca son den sigaram.
Aslında sebepsizdir hüzün, bir sebep aramaz insan hüzünlenmek için. Davetsizce çalar kapımızı, müsaade almadan kurulur hayatımızın sol köşesine.
Bazen bir şiir bahane edilir, bazen ağlayan bir çocuğun göz bebekleri. Bir deprem sonrası, yıkıntıların arasından cansız bedenleri çıkarılan çocuklarına sarılarak kürtçe ağıtlar yakan annenin, çocuklarını her zaman kanatlarının altında saklayan, bir babanın çaresizliği kaplarken tüm benliğini, biraz da kendi çaresizliğindir hüznüne yaftaladığın bahane.
Duvarda unutulan, tozlanmış, yorumuş ve içine ağırlık çökmüş bir tablo gibi sessizce kaderine razı olarak boynunu bükmüştür hüzün. Karşısında durup uzun uzun seyreden insanları özler olmuş. Belki bir dağın gururunu, belki bir denizin serinliğini üzerinde taşır gibi, sokuktan titreyen ellerini ovuşturarak bitirir içkisinin son yudumlarını.
Kendi yansımasıdır hüzün insanın, aynada gördükleri, karşı kıyıya çarpıp gelen sesinin yankısı gibi, hayatının bir yansımasıdır, karşı duvardan gelen. Geçmişin özlemi, geleceğin umutsuzluğudur hüzün. Ve yine sigaranın son nefesini bir sevgili gibi çekmektir ciğerlerine…
Yorumlar